13:29 - Erdoğan dünyanın konuştuğu Sednaya Hapishanesi’ni işaret etti
10:49 - Bahçeli: İmralı ile DEM yüz yüze görüşmeli
16:18 - GESKON İzmir İl Teşkilatı Görevden Alındı
12:40 - Yurt dışı harç pulu dönemi sona eriyor
11:30 - Halep’te Şiddet Tırmanıyor: Muhaliflerden Kritik İlerleyiş
17:21 - Kocaeli’de Aile İçinde Cinayet: Baba, Oğlunu Öldürdü, Mahkeme Ceza Vermedi
15:51 - “Sahte Dolar Gündemi: Perde Arkasında Neler Oldu?”
11:03 - Uyku problemleri beynin yaşlanma hızını etkiliyor
10:16 - Yetkisiz çakara ceza artacak, bekçi üst araması yapabilecek
10:12 - Duruşma ambulans şoförü Gıyasettin’in itiraflarıyla başladı!
Cengiz Zıypak kimdir?
Hoş bulduk. Öncelikle beni konuk ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. “Cengiz Zıypak, yazmaktan, yazan biri olmaktan dolayı mutlu yaşayan bir insandır,” diyerek sözlerime başlayabilirim. Elli bir yaşındayım ve hayatının ikinci cildine başlamış genç bir yazarım. Yazmaya başlayalı henüz beş yıl oldu ve bu beş yıl içerisine üç roman sığdırabildim. Çünkü bir edebiyat insanı değildim. 2019 yılına kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nde subay olarak farklı şehirlerde görev yaptım ve 2019 yılında albay rütbesindeyken emekli oldum. Ve bir başka dünyayla, yazarlık dünyasıyla tanıştım.
Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay oldu mu?
Hayatımın bu ikinci perdesinde sevgili eşimin, “Senin hayal gücün yeter, yeter ki sen yaz,” sözleriyle cesaret bularak kalemimi elime aldım ve kalbimin derinliklerinde kendini fark ettirmeden yıllarca saklı kalmayı başarmış sanat tohumları birden yeşeriverdi; öyküler yazmaya başladım. Yıllardır hasret kaldığım sanat dolu yaşama böylece kavuşmuş oldum. Hayallerimi, düşüncelerimi, biriktirdiklerimi kaleme almanın bu kadar büyüleyici olduğunu hiç düşünmezdim, bilmezdim. O gün bugündür yazıyorum. Ülkemizde okur sayısını artırmak için güzel romanlar, güzel öyküler yazılmalı. Kaliteli edebiyata hepimizin ihtiyacı var, her zaman. İyi edebiyata katkı sağlamak üzere kolları sıvadım desem hiç de yanılmış olmam. Okurlarımın yüzlerinde bir gülümseme, hayatlarında bir dokunuş olmak umuduyla yazıyorum. Okurlarımla yaptığım söyleşilerde ya da bana yaptıkları geri dönüşlerde bunu başardığımı görüyorum. Bu bağlamda okurlarıma minnettarım.
Tutkunun Sessiz Çığlığı nasıl çıktı ortaya peki?
Öyküler yazmaya başladığım günlerde Richard Bach’ın Martı romanını düşünüyordum. Basit ama etkileyici bir hikâyesi vardı. Ben de basit ama derin bir öykü kaleme alabileceğimi hissettim. Böylelikle en sempatik çiçekler olan papatyaları ele alarak bir öykü yazmaya başladım ve Sim dünyaya geldi; onun aracılığıyla, az sayfada çok derin konulara temas etmem mümkün oldu. İnsan sosyal bir varlık. Bir toplumun içinde yaşıyoruz. Birbirimizle etkileşim halindeyiz. Toplumsal aydınlanmanın toplumu oluşturan bireylerin ancak tek tek aydınlanmasıyla mümkün olacağına inanıyorum. Bireylerin aydınlanabilmesi ise ancak bireysel açlık duymalarıyla mümkün olabilir. Bu süreç ancak içsel bir itkiyle tetiklenebilir. Bu felsefi temel üzerine yazdığım örüntüler var kitabımda. Ortaya çıkardığım ilk eserim Tutkunun Sessiz Çığlığı’dır ama üzerinde biraz daha çalışmam gerektiğine karar verince onu geçici olarak dinlenmeye bıraktım ve diğer bir öyküme, Hayal Avcısı’na yöneldim – beni okurlarımla buluşturan ilk romanım da bu oldu.
Son romanınız Dizelerin Kokusu’ndanbahsedelim… İsmi neden Dizelerin Kokusu oldu?
Koku duyumuzun ne kadar etkili olduğunu hepimiz biliriz. Hatıralarımızda belli belirsiz canlanıveren çok anımız olmuştur geçmişte içimize çektiğimiz kokular sayesinde. Bu özelliğimizden yola çıkarak romanımı koku teması üzerine kurdum ve görsel hafıza yerine koku hafızasının daha dokunaklı olduğunu düşündüğüm için ismini Dizelerin Kokusu koydum. Böylece edebiyat, romantizm ve duygusal derinlik bir başlıkta buluşmuş oldu. “…Koku, bellekle ilk tanışma anını öyle kusursuz bir şekilde muhafaza eder ki su yüzüne çıkmadan geçirdiği her gün etkisi daha da güçlenir. Yukarılarda unutulsa bile derinlerde bir yerde yaşamaya devam eder. Ve tekrar karşılaşıldığında, zavallıyı tutar ve hoyratça çok öncelere, ilk temasın gerçekleştiği o muhteşem âna götürüverir. Bir koku zerresi asla hafife alınmamalıdır. İnsanı öyle bir çarpar ki işittiklerinden hatta gördüklerinden bile daha derin iz bırakır ruhunda…”
Okuduğunuz, örnek aldığınız yazarlar var mıdır?
Evet, var. Maksim Gorki, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre, Franz Kafka, bu usta yazarları sayabilirim.
Başucu kitaplarınız var mıdır peki?
Üslubundan etkilendiğim yazarların feyz aldığım kitaplarını zaman zaman tekrar açar, altını çizdiğim yerleri gözden geçiririm. Bazen tüm kitabı bir kez daha okurum. Gorki’nin Ana, Benim Üniversitelerim, Ekmeğimi Kazanırken, Çocukluğum; Dostoyevski’nin Suç ve Ceza; Sartre’ın Sözcükler, Yaşanmayan Zaman; Kafka’nın Dava, Şato, Dönüşüm, Babaya Mektup; Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby, Albert Camus’nun Yabancı; Virginia Woolf’un Deniz Feneri, Agota Kristof’un öyküleri (Okumaz Yazmaz), Turgenyev’in Babalar ve Oğullar; Yakup Kadri’nin Yaban isimli eserlerini sayabilirim.
Yeni projeler, yeni kitaplar gelecek mi? Buradan okurlarınıza duyuralım isterim.
Benim de hayallerim var. Çıktığım bu uzun soluklu macerada ulaşmak istediğim hedefler, başarmak istediğim hayallerim var. Daha çok okurla buluşmak ve okunmak arzusu taşıyorum. Duygusunu sözcüklerle görünür kıldığım, ruhları akıl almaz dünyalara sürükleyen, tanımlanmamış diyarlarda yaşanan, tarihte yer almamış mekânların zaman ötesi öykülerini yazıyorum okurlarım için. Kitaplarımın dünya çapında okunmasını umut ederek tutkuyla yazmaya devam ediyorum.