15:49 - SESAM’da Mehmet Ergin Soyarslan Güven Tazeledi: 21. Olağan Genel Kurul Sonuçlandı
14:00 - Çanakkale Film Festivali’nde İlk İki Gün Tamamlandı.
17:26 - Meridyen Terapi ve Hacamatla Gelen Sağlık:
18:00 - Uluslararası Sağlık Turizmi Federasyonu’ndan Suudi Arabistan’a Önemli Atama
18:04 - “Gelecek Partisi’nden Uluslararası Sağlık Turizmi Federasyonu’na Ziyaret”
10:18 - İsrail katliama devam ediyor! Binaya hava saldırısı: 17 ölü, 40’tan fazla yaralı
17:15 - Ahmet Cihad Öztürk, Uluslararası Sağlık Turizmi Federasyonu Katar ve Ortadoğu Başkanı Olarak Atandı
23:46 - Putin imzayı attı! Rusya ‘işkence’ sözleşmesinden çekildi
23:22 - Son dakika | İkinci kez seçildi, mazbatayı aldı! Özgür Çelik’ten ilk açıklama:
19:54 - Beyaz Saray Trump’ın Gazze planını paylaştı! “Netanyahu planımızı kabul etti”
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Cebeli Yerlikaya kimdir?
Anadolu’daki kadim şehirlerden biri olan Elazığ’da dünyaya merhaba dedi gözlerim. İlk ve orta öğrenimimi bu şehirde tamamladım. Çocukluk ve gençlik yıllarımın bir bölümü bu şehirde geçti. İnsan; doğup büyüdüğü, nefes aldığı ve yaşam tarzı ile kültürel kimliğinin varlığından nemalandığı şehrin imzasıdır. Ben de bir nevi bu kadim şehrin zamana atılmış imzasıyım. Bu şehirde doğmuş olmanın getirmiş olduğuayrıcalığı, içinde barındırdığı avantajları fark edip haneme yazmam, benim kimlik oluşumumun ana etmenleridir. Bu kadim şehrin değerleriyle değerlendim, buradan aldığım kültürel kodlarla şekillendim. Bu nedenledir ki ben bu şehrin rengi, bu şehrin diliyim. Tabiri caizse bana bakınca Elazığ’ı, Elazığ’a bakınca da beni görürsünüz. O yüzden bugün elimiz kalem tutup, dilimiz bir çift söz söyleyebiliyorsa bunun sebebi de kaynağının ta kendisi de Elazığ ve sahip olduğu büyük kültürel miras ile manevi derinliktir. Kısacası kimliğimin Arif’i de budur, tarifi de.
Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay olmuş muydu?
Her bir insanın hayat serüveninde mutlak kırılma, kesişme ve de karar noktaları vardır. “Ben neyim?” ile “ben kimim?” sorularına doğru cevaplar bulabiliyorsanız, işte zaman başlıyor içinizdeki yolculuk. İşte o zaman yontuluyor içinizdeki hamolan siz, ağaç misali. Ve “Ney” oluyorsunuz sonra. Kendi melodinizi, kendi ezgilerinizi, hatta kendi türkünüzü o zaman söylemeye başlıyorsunuz. İçinde bulunduğum şehrin (Elazığ) her bir köşesi, her bir günü bu motivasyonla doluydu. Kendinde kendini bulan birinin, bu hazineden paye almaması, heybesini bu zenginlikle doldurmaması neredeyse imkansız.Ben hep alan tarafında oldum. Okul ortamında edebiyat hocalarımın da naçizane şahsımda bu parıltıyı görmeleri ve teşvikleri ile yazım işine dair teşvik-i mesaim başlamış oldu.Var olanı göreceksin ki var eden de seni görsün. “Var” eden de bizi görmüş olacak ki, ne varsa dışa döktük. Ne “Var” ne yoksa yazdığımız, hepsi “Var’dandır”. Bu anlayış ve de düşünce tarzıyla yeni söylemler, yeni eylem biçimleri, yazın’adair yeni tecrübeler birikti içimizde. Biriken onca kelime,hatta cümle ya da mısra buhar olup gitmemeliydi.Haykırmalıydı bu ses, yazmalıydı kalemi, dökülmeliydi kâğıda her bir nefes. Ki döküldü. Bu işin aslı da bu şekilde örüldü.
“Dümeni Kırık Şehirler” ve “Mürekkebin Son Demleri” isimli şiir kitaplarınızın ardından son olarak “Elena” isimli şiir kitabını okuyucularıyla buluşturmuştunuz. Şiir hayatınızın neresinde?
Evet, “Dümeni Kırık Şehirler” ile başladı ilk serüvenimiz. İnceden inceye bir dokunuştu aslında bu şiire. İlk soluklar, ilk yanlışlar, ilk haykırışlar, ilk aldanışlar… Onlarca ilklerle doluydu bu kitap. Bulduğumu sandığım kendimi, bulamadığımı gördüğüm ilk deneyimdi bu, kitap olarak. Üst üste binen yıllar, bir bir çoğalan yeni kitaplar ile ilerledi. En son “Elana” dedik şiir kitabı olarak. Fakat gelin görün ki, bunda da bir eksiklik, bir tamamlanamamışlık, bir olmamışlıkhali hâkimdi bende. Belki okuyucudan çok iyi yorumlar, çok iyi geri dönüşler aldım bu kitaplara dair ama ben yine de bu benin o olması gereken ben olmadığının bilincindeydim. Ben şiirin her yerindeydim. Kıyısında, bacasında, ötesinde, birisinde. Fakat onun, benim her yerimde olmadığını gördüm. Belki de onun içimde tamamen yer etmesi için benim yapmam gerekenler vardı. Belki de benden beklentisi bir hayli büyüktü şiirin. Belki o yüzden bekledi hep kapıda, lütfedip içeri girmedi. Her yerindeyim dedim ya şiirin; o da bıkmış olmalı benden. Her gün bir kelimeyi asıyorum kolundan bacağından. Her gün onlarca cümleyi tutup, kapı dışarı ediyorum kulağından. Bazen de pamuklara sarıyorum mısraları incinmesin diye saçlarından. Benimki böyle bir ilişki işte şiirle. Ne o vazgeçiyor benden ne de ben bir an uzakdurabiliyorum ondan.
Yeni bir kitap çalışmanız var mı?
Yarın yeni bir günse ve o yeni günün içinde bizler de yer alıyor, nefes alıp verebiliyorsak, bunun da bir bedeli olmalı. Bizim payımıza düşen bedel de yazmak olsa gerek. Bu gerekliliği göz ardı etmek gibi bir niyetim yok elbet. Bunca bulanmışken içine, bunca yutmuşken tozunu, ruhunu kuşatmışken yazmak işi, nasıl yazmadın durabilir insan. Elbet birkaç kelam var daha diyeceğimiz, elbet birkaç selam daha var dostlara diyeceğimiz. Bu vesileyle iki kitabın hazırlığı içinde olduğumu, bunlardan birinin şiir, diğerinin ise roman olduğunu söyleyebilirim. Fakat “ne zaman okurla buluşur, ne zaman raflara düşer?” diye sorarsanız, “belki bir kış, belki birbahar kadar daha var” derim. Maksadımız, yaptığımız pilavdan herkes yesin. Ağız ekşitilecekse, burun kıvrılacaksa lüzumu yok yemeği sofraya indirmenin. Tat bırakmaktırdamaklarda, hatır bırakmaktır gönüllerde gayemiz. Bu hayalle, bu sevinçle, bu anlayışla hazırlıyoruz yenilerine kendimizi. Bu vesileyle, cevap verebildiysek, lisanımız ölçüsünde anlatabildiysek gayemizi ne mutlu bizlere. Anlamak kadar, anlaşılmakta önemli bizler için. Anlaşıldığımız her bir yüreğe sonsuz şükranlarla. Sizlere de bu güzel ve özel röportaj içinsonsuz teşekkürler ediyor, meslek hayatınızda üstün başarılar diliyorum.