15:05 - Bakan Yerlikaya Açıkladı: 9 İlde 343 Şüpheli Gözaltına Alındı
14:59 - Viranşehir’de Uyuşturucu ve Silah Operasyonu: 5 Gözaltı
13:46 - Şanlıurfa’da Kaçakçılığa Büyük Darbe: Milyonluk Operasyon!
13:32 - Şanlıurfa’da Bu Hafta: Şiddet, Kazalar ve Zehirlenme Vakaları Gündemde
13:21 - Karakoyun Deresi: Şanlıurfa’nın Kanayan Yarası!
01:36 - CHP olağanüstü kurultay kararı aldı
01:16 - İstanbul Barosu yönetimi görevden alındı
01:07 - Yerlikaya: Bu geceki gösterilerde 97 şüpheli gözaltına alındı
23:20 - Türkiye: 3 – Macaristan: 1 | MAÇ SONUCU
22:47 - Cumhurbaşkanı Erdoğan: CHP iddialara cevap veremiyor
Ülkemiz ne yazık ki sınavlar ülkesi. Bitmek bilmeyen bir sınav sistemi içerisindeyiz.
Bu süreç içerisinde inanılmaz bir yanlış var. İlkokulda çok fazla ödev veriliyor. Ortaokulda biraz daha azalıyor, lisede ise neredeyse hiç ödev verilmiyor. Ödev yapma, araştırma, kendini geliştirme özellikleri yıllar içerisinde köreliyor.
Sınav ülkesi olduğumuz için çocuklarımıza 7.sınıfın başındayüklenmeye başlıyoruz. “LGS” diyoruz. İyi bir liseyi kazanırsan iyi bir üniversiteyi kazanırsın diyoruz. Ergenlik dönemi ile birlikte yüklüyoruz kaygıyı. LGS kontenjanları zaten belli. Devlet, kendi eli kendi okullarını ayrıştırmış durumda nitelikli- niteliksiz diye. LGS’de nitelikli okula yerleşemeyen, duygu durumunu da yönetmeyi henüz bilmeyen çocuklarımızda başlıyor özgüven kaybı. Bir de sınavı kazanamazsa “zeki değil” imajı yaratıyoruz. Ardından bu çocuklardan kendilerini bir yerlere getirmesini istiyoruz. LGS’ yi kazananlar-kazanamayanlar diye ayırım yapıyoruz, herkesin bir kapasitesi olduğunu unutup, farklı yaşam standartlarını göz ardı ediyoruz.
3-4 yaşlarından itibaren sosyalleşmeye başlayan çocuklarımız ilk olarak akran zorbalığı ile karşılaşmaktalar. Bunu yaşayan çocuklar ardından sınıf ortamında sorulan soruya “ya yanlış yaparsam, arkadaşlarım gülerse, öğretmenim kızarsa” kaygısı ile bildiği soruları bile cevaplamamakta, kendini geri çekmekteler.
Gördüğümüz üzere kendi yapabilirliğimize inancımız zaman içerisinde kırılmakta.
Okul yaşamı böyle giderken; biz ebeveynler de çocuklarımıza hiçbir iş yaptırmıyoruz. Suyunu bile önüne getiriyoruz. “Odaha küçük yapamaz” algısı içerisindeyiz. Büyüdüğüne inanmaya başlayıp, görev vermeye kalktığımızda da,çocuklarımız bu görev ve sorumlulukları reddetmekteler. Ardından biz anne-babalar soruyoruz “ bu çocuk neden böyle oldu?”, “biz onların zamanında böyle miydik?” diye.
Çocuklarımızın tek hayatını “eğitim hayatıymış” gibi düşünüyoruz. Eğitim hayatı boyunca “o okuyor” diye herhangi bir yerde çalıştırmayı da düşünmüyoruz. Annelerimiz kıyamıyor çocuklarına.” yeter ki sen oku” diyoruz.
Ne kadar doğru yapıyoruz? Tartışılır.
Oysa ki çocuk, duruma göre değişkenlik göstermekle birlikte 12-15 yaşları arasında kendine uygun, aile dostu güvenilebilir yerlerde kısa süreliğine çalıştırılabilir. Ağır işlerden bahsetmiyorum. Hem hayatın gerçeklerini görüp toplumsallaşması, hem de çözüm odaklı bir birey olması için. Ayrıca, bir şeyler ile meşgul olması onu teknolojininzararlarından uzaklaştıracak, zaman içerisinde kendi yapabilirliğine inancını arttıracaktır.
“Ağaç yaşken eğilir.” Sonuçta.
Üniversite sınavına kadar pek bir başarı elde edememiş, kendi yapabilirliğine inanamayan ergenimiz biraz zorlukla karşılaştığında yapmaktan da vazgeçmiş. Zorluk yüzü göstermeden büyüttüğümüz çocuklarımız gerçekten kendileri için bir şey yapmanın zamanı geldiğinde de kendi yapabilirliğine yeterli inancı olmayan, vazgeçme alışkanlığı olan, başarmanın hazzını kendi özünde yaşayamayan bireyler şeklinde işin başına geçmeye çalışıyorlar.
Başta belirttiğim gibi eğitim hayatı içerisinde yıllara yaygın şekilde ödevlerin de azalması ile çocuklarda ödev yapma, ders çalışma sistemini de bozuluyor.
Sınav senelerinde ödevlendirme artınca da çocuğumuz fazlaca bocalama içerine giriyor ve ne yapacağını bilemez hale geliyor.
Bir de LGS döneminde “şu seneyi atlat ne yaparsan yap” sözü, çocuğumuzda lise döneminde boş vermişliğe neden oluyor. 9 ve 10. Sınıfları tamamen boş geçirip 11.sınıfta biraz çalışmaya çalışıyorlar. 12.sınıfa gelen duygu durumunu kontrol edemeyen, teknoloji ve sosyal medya bağımlısı kolaycılığa alışmış çocuğumuz başlıyor ders çalışmaya. Fakat burada da bazı şeyleri tam oturtamadan sınav hızla yaklaşıyor.
En önemli kriterin gençlerimizde “kendine yapabilirlik inancı” ve “ içsel motivasyon“ olduğunu düşünüyorum.
Üniversite sınavına kadar elle tutulur bir başarı elde edemeyen gencimiz içsel eksikleri, duygu durumunu yönetemez halde başlıyor yarışa…
Süreç içerisinde; deneme sonuçları, öğretmen baskısı, aile ile çatışma, hedefsizlik, belirsizlik, gelecek kaygısı, sürekli değişen ruh hali ve hormonların verdiği etki ile gencimiz kendi içinde kaos yaşıyor.
Üniversite sınavına kadar olan süreç ne yazık ki böyle.
Paylaştıklarım birçok ailede ve çocukta yaşanan birebir şahit olduğum süreç ve durumlar. Sınav sistemi devam ettikçe daha da çok yaşayacağız.
Başarının, hedeflere ulaşmanın yolunun bireyin kendinden geçtiğine inanlardanım. Bunu çocuğumuza kazandırmak da büyüme sürecinde biz ebeveynlerin elinde.
Çocuklarımız birçok şeyi tek başına veya denetimli serbest şekilde yapabilirler buna emin olun.
Yaptığı ve alanında uzmanlaştığı bir spor veya müzik aleti çalmak,
Aile içerisinde fikirlerini söyleyebileceği bir ortam,
Yaşına göre verilen sorumluluklar,
Yaptığı yanlışı eleştirmeden, ona farklı çözüm yolları göstermek,
Ona küçük başarıların getirdiği hazları yaşatarak, büyük başarıların kendi emeği sonucunda olduğunu fark ettirmek,
Karşılaştığı küçük sorunlarda hemen pes etmemesini sağlayarak, mücadeleci olmasında yardımcı olmak,
Çocuğumuza hedef belirleme konusunda baskı oluşturmadan destek olmak,
Tüm sonuçlarda yanında olduğumuzu davranışlarımızla belirtmek,
Çocuğumuza kendi “yapabilirliğine inancı” bununla birlikte hedeflerini kolaylıkla gerçekleştirebilmesi için “içsel motivasyonu” süreç içerisinde vermiş oluruz.
Saygılarımla,
Süreyya Kocadağ
Sosyolog
Uzm. Aile Danışmanı- Dikkat Eğitmeni
Eğitim Danışmanı